Kestane kebabı

kestane kebap

Hava mı soğuk ne? Vallahi de soğuk billahi de soğuk!!!

Kış geldi, Ankara’ya  kar bir yağdı her yer çat çat buz oldu. O zaman buzların üstüne basıp kayıp düşmemek için seke seke sokaklarda yürümeye çalışırken burnunuza değen odun kömürü kokusunu ve hafiften havayı saran mangal özlemini hissediyor olmalısınız, bir de Kızılay’ın hemen her sokağın başında takada tukada elindeki maşa ile hem gürültü yapıp hemde “Kestane değil abla bu, Efsane, Efsaneee!!!” diye bağıran seyyar kestanecileri. Oysa kestanenin saz arkadaşları gürgen ve palamut duysa onların içi yanan kömür dolu bir tenekenin içinde pat pat patlatıldığını eminim bürün ormanı toplayıp dövemeye gelirlerdi satıcıyı.

Serbest çağrışım anlatırken ne çok şeye kestane ile ilgili yakıştırmalar yaptığımızın altını üstünü hiç bir yerini çizmesem de doğal saç rengi skalasına isim verdiğini biz bayanlar red edemeyiz. Boya yaptırarak elde edemeyeceğim renkler olan koyu kestane, açık kestane, orta kestane pek çok dil de de aynı şekilde saç renklerini tasfir eden kelimeler olarak kullanılmaktadır.

Ayazdan elinizde eldiven varken bile donduğunuz, vucudunuzda soğuğa karşı  koruyamadığını tek yeriniz olan yüzünüzün esen kuru rüzgarla buz kestiği  bir havada, sıcaklığıyla avucunuzu yakan ama esas eliniz ağzınız yandıkça yanan yerlere üfleyecek birisi varsa paylaşmaktan, sadece yediğinizden zevk almaktan başka anlamlar ortaya koyan bir şeydir. Bu paylaşımı yaşmak için güzel ülkemin soğuk nedir bilen şehirlerinde belki de en asil, en gri en vefalı şehrinde, Tunalı Hilmi’si, kar yağarken Kuğulu Park’ı, gece ayazında sinema çıkışında Kızılay’ıyla, bacalardan yayılan dumanının kokusuyla  Ankara gerekir. Ankara’da yaşamamış olanlar bilemez Ankara’ya en yakışan kış promosyonudur kestane.

Aslında sadece Ankaralı olmak gerekmez sobalı evlerde büyüyecek kadar yaşı yetmiş olanlar varsa aranızda onların da güzel bir akşam yemeği sonrası ve yatmak için dişlerini fırçalamanın tam öncesinin lezzetidir. Günlerden pazarsa eğer Parlement Sinema klübünün son yarım saatinde anneniz arkanızdan “hadi yavrum yatağa” diye seslelenmeden hemen önce öyle ağır ağır soyarsınız ki sobada pişen kestaneleri  beklenen talimat geldiğinde elinizde biriktirdiğiniz soyulmuş kestaneleri gösterisiniz “bitmedi ki ama” diye. Nasıl olursa olur o film bitmeden kestaneler biter, her halukarda sonunu izleyemeden yatağa gönderilirsiniz.

Çocukluk anılarını ve kış romantizmini bir yere bırakıp, Wikipedia‘nın dediğine göz atarsak;

Yenebilir nitelikteki taze kestane başta nişasta ve çeşitli şekerler olmak üzere iyi kalitede sindirilebilen lifli maddeler, protein, düşük oranda yağ, çeşitli mineral maddeler, B1, B2 ve C vitaminlerini içermekteymiş. 100 gram yenebilir kestane ortalama olarak 160 kcal enerji sağlamaktaymış.

Kestane, doyurucu özelliğine paralel olarak insanların beslenmesine katkı sağlayan birçok besin öğelerine sahipmiş ki sanırım çocukluğumda yediğim kestaneler beni böyle zeki yaptı.

100 gr taze kestanenin (yenebilir kısmı) besin öğeleri:

Kalori ( kcal) : 160

Karbonhidrat (g) : 34

Şeker (g) : 9,6

Protein (g) : 3,2

Yağ (g) : 1,8

Sodyum (mg) : 9

Potasyum (mg) : 395

Kestanenin besin öğeleri kestane türüne, çeşidine, yetiştiği ekolojik şartlara göre değiştiği gibi uygulanan işleme teknolojilerine göre de değişikliklere uğramaktaymış. Mesela kestane haşlandığı zaman nem oranı yükselmekte ve toplam enerji değeri % 25 oranında azalarak 120 kcal ‘ e düşmekteymiş. Kavrulduğu takdirde ise nem oranı % 20 dolaylarında azalırken, şeker miktarı % 25 oranında artmakta ve enerji değeri 200 kcal olmaktaymış ki biz önce haşlıyor gibi yapıp sonra kavuracağız bu besin değerleri ne kadar değişir bilemiyorum.

Bir de at kestanesi var ki o konumuz dışında. Şimdi böyle diyebiliyorum ama çocukken ağaçtan kafama düşen at kestanelerini soyup yemeye az uğraşmadım da değil yani. Ben yaptım siz bu yaşa kadar yapmadıysanız yapmayın diye söylüyorum, tadı çok kötü, olmamış iğde yemiş gibi adamın ağzı dili birbirine yapışıyor.

Daldan dala konarken hop diye düşmeden tarife geceyim

Malzemeler;

½ kg kestane /sakın çizmeyi unutmayın)

Bir miktar su

Kapaklı teflon tencere

Kestanelerimizin yuvarlak kısımlarını boydan boya çiziyoruz. İşin en uğraştıran çile olan tarafı bu. Bizim evde bu işi hep babam yapardı (hala yapıyor) kendi kendimeyken çizmek hiç de o kadar eğlenceli olmadı itiraf ediyorum.  Eğer “uğrasamam çizmeye fakat bu muhteşem lezzetten de vaz geçmek istemiyorum” derseniz “kestane çizici” diye bir şey satılıyor ne kadar işe yarıyor bilmiyorum.

kestane çizici

Alın deneyin sonucunu, bana da söyleyin. Siz siz olun sakın ha bir çizik atmadan kestaneleri ateşe koymayı planlamayın, sadece pişerken değil soğuma aşamasında bile bir patlıyor ki en iyi patlatmalık mısır yanında halt etmiş. Her yer kestane ununa bulanıyor ve ortaya çıkan pisliğe inanamıyorsunuz. O halde çizikli kestaneleri bol su ile yıkayıp yaklaşık 15 dakika temiz suda bekletiyoruz.

kestane

Harcanırsa üzülmeyeceğimiz teflon tenceremize çizik kestaneleri suyundan süzerek fakat kurulamadan koyup kapağını kapatıyoruz. Altını en kısık ateşte yakıp kapağın altından çıt çı sesleri gelip çizdiğimiz yerlerden kestanenin göbeğini görür hale gelinceye kadar pişmesini bekliyoruz. Takribi 30 dakika sürüyor.

Biraz soğumasını bekleyin lütfen benim gibi aceleden, telaştan ağzınızı dilinizi yakmayın. Kestane yanığı da çok pis oluyor günlerce yediğinizde tat alamıyor dokunduğunuzu hissedemiyorsunuz.

Afiyet olsun.

 

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Kestane kebabı için 1 cevap

  1. Geri izleme: Şekilli buz dolabı süsü (magnet) | bilgederki.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir