Sehpa nedir? diye ateşli bir giriş yapabilirim aslında ama galiba sabahın bu çok erken saatinde kafam çalışmak için benden rüşvet bekliyor. Deneyimlerim geliyor aklıma mesela benim için “sehpa” üzerine her şey konulan bir şeydir. Kitap, defter, kumanda, telefon koyarım, çikolata kahve koyarım, tabak, tencere koyar üzerinde yemek yerim, bir şeyler alırım açtığım paketlerin cesetleri, kıyafetlerin etiketleri onun üstünde kalır, Boris hızını alamayıp üzerine oturur, ağzıma girmeye çalışır, bir bakarım sağı solu tel toka dolmuş yatarken kafama batanları rasgele bırakmışım, misafir gelir önce ikram tutucu olur, sonra çay tutucu olur, sonra dolu kül tabakları üzerinde birikir birikir birikir…
Bu birikenlerden de hiç biri “aman efendim benim ne işim var bu çer çöp ile yan yana” diye kapris ya da dırdır yapmaz, sehpa da “masa olacağım ben” diye tutturmaz. Dikkat ettiyseniz tek kullanılabilecek yeri de “üzeri”’dir. Farsça anlamı se=üç, pa=ayak olan bu alete yüklediğimiz sorumluluklara bakar mısınız hele. Bunca görevin arasında ara sıra da bizlere ayaklarına en çok parmak, bacak, diz çarpmak ve can yakmak suretiyle tuzak kuran ev eşyası olmasına şaşırmamak gerek, belli ki öc alıyor. Hele ki bu yönü eğer arkadaşlarınızın canı yandıkça zevk alan bir karakter değilseniz hiç işinize yaramayacaktır. Eskiden ben görgü saygı bilmeyen insanlardan bahsederken “odun” kavramını kullanır ve “bazısı işlenince sehpa oluyor, bazısından da kürdan bile yapılamıyor” gibi cümleler kurardım. Bu cümleyi kurarken henüz bütün sorumluluğunu üstlendiğim bir evim yoktu ve o sehpanın yaşam alanımı nasıl da daraltabileceğini, üzerinde ne kadar çok toz birikebileceğini ve işlenip sehpa olan eski odunların “sehpa oldum ben” havası ile köşesine çarptığımızda ne çok can yakabileceklerini, tatilden eve gelip de küçük parmağımı sehpa ile bütünlediğimde canım deli gibi yansa bile kendimi ne çok evimde hissedebileceğimi bilmiyordum. Şimdi bunların hepsini biliyorum. Bu sebepten hiç olmazsa pembiş pembiş olsunlar da güzel olsunlar dedim ve aldım elime yağlı boyayı, fırçayı, baktım fırça olmadı parmak ruloyu boyadım. İnanmayın efendim yukarıda sayılan sebeplerin hiç biri yüzünden değil, tamamen manyaklıktan, hadi bir de koltuk kılıflarına daha bir uygun olsun kaygısından kalkıştım bu işe. Aman efendim pek güzel oldu, pek de iyi oldu, ya da ben tiner koklamaktan biraz uçtum her şey güzel görünüyordu gözlerime.
Malzemeler,
Rengini değiştirmek istediğiniz bir sehpa
Yağlı boya
Yağlı boyayı seyreltmek için bir şişe tiner
Fırça
Parmak rulo
Malzemeleri temizleyebilmek için kullanacağımız derin bir kap
Sehpa üzerinde her hangi bir boya kabarması varsa onları yok etmek için zımpara
Damlayan boyalar başımıza bela olmasın diye çalışma alanımıza sereceğimiz çokça gazete (ben biraz cimri davranmışım da)
Boyamızın pürüzsüz olması için bir miktar zımpara kağıdını sürtüyoruz sehpamıza. Sonra yağlı boyamızı biraz seyreltip tinerle, önce görünmeyecek yeri olan içinden boyamaya başlıyoruz. Hepsini boyadıktan sonra bırakıyoruz biraz kurusun. Yeterli olmadığını düşünüyorsak da kuruyunca bir kat daha boyuyoruz. Sonuç “ne kokuyor lan bu” tavrındaki kızım ile birlikte tam olarak bu;
Eskiden ne renkti pek bu arkadaş derseniz de tam olarak bu;
[recaptcha_form]