Hatırlar mısınız bilmem, cep telefonları ilk çıktığında, takriben bundan 20 sene kadar önce telefonu cebe değilde sanki bele koymak gerekirmiş gibi belde taşımaya yönelik kılıfları ile birlikte doğmuştu biz zavallı insancıkların dünyasına.
İnsanların o zamanın parasıyla gayet pahalıya aldığı bu mucizevi aleti kullanırken yıpranması en aza düşsün diye dünyanın en gereksiz malzemesi olacak şekilde kılıfın içinde saklama mantığı nereden türemişti hatırlamıyorum. Mutfak tüpü ve su damacanasını gelin gibi süsleme kafası sanırım buna da öncülük etmiş ve cebimizde dursun diye icat edilen bir iletişim aracı pat diye belimizin kenarına inmişti, hele ki ceketin kazağın kenarından görünür, taşıyana da sanki belinde silah taşıyormuşcasına öz güven pompalardı.
Silah=Öz güven, Ne alaka mı? E biz buyuz.
Çok çok eskiden bahsediyorum tabii ki. Bu belde taşınan cep telefonları öyle şimdiki zaman akıllı telefonları gibi dokunmatik, interneti olan, telefon olarak değilde çoğunlukla bilgisayar gibi kullandığımız nesneler değildi. Az daha devam etsem yaşım mı çıkacak ortaya ne?
Çağın yaşanmasına tanık olmayıp, tanık olsa da canım ülkemin teknolojisinin evrimleşme sürecini unutup, 1876 da Alexander Graham Bell’in kablolu iletişim aleti telefonu icadından itibaren bakarsak, 1877 de 19. Amerikan Başkanı Rutherford B. Hayes’in “telefon çok büyük bir icat ama bunu kim kullanır ki?” lafından ortalama 100 yıl sonra ilk kez Martin Cooper kablosuz telefonu icat ederek bizlere taşınabilir iletişim aletini cebimize koyma imkanı sunmuştur.
Cep içine sığacak kablosuz telefonlardan bahsetmeden önce Alexander Graham Bell’i anmalıyız ki hatırı kalmasın. O olmasa kablolu-kablosuz hiçbir model telefon olmayabilirdi ve biz de kılıf dikecek bir alet olmadığı için çok sıkılabilirdik değil mi?
Şimdi bu beyefendinin kablolu iletişim aracını bulması için çalışmalarını tetikleyen çokça motivasyon kaynağı varmış tabi, dostlarıyla meyhane masasında ülke kurtaran eski koministler gibi sadece kanında alkol dolaşırken niyet edip ayılınca vaz geçmemiş. Annesi, karısı ve iki çocuğu sağır olan Graham Bell, uzun yıllar duyma ve konuşma üzerine araştırmalar yapmış ve bu araştırmalar sonucunda da o zamanın Amerkan Başkanı’na icadın önemini anlamadığına dair cümleler kurdurmuştur.
Az önce bahsi geçtiği gibi bundan 100 yıl kadar sonra Martin Cooper Motorola’da mühendis olarak çalışırken ilk cep telefonunu icat etmiş ve şehir efsanesi mi yoksa gerçek mi olduğunu henüz doğrulayamadığım şekli ile de ilk olarak rakibini arayıp “cep telefonumdan arıyorum” demiştir. Adının cep telefonu olduğuna bakmayın bu sadece kablosuz ve bir yere bağlı olmadan çalıştığı için adını “hareketli telefon” olan “mobil phone” dan almış nasıl olduysa bize güzelim Türkçe’ye bu şekilde katılmıştır. Kısaca 850 gr (neredeyse 1 kilo) ağırlığındaki ekransız ve sadece 35 dakika konuşma imkanı sağlayan bu aleti kimsenin 20 dakikadan fazla elinde tutamayacağını da birebir mucidi iddia etmiştir. Dünyaya barış ve mutluluk getirmiş mi? Bence tartışılır.
Toplumsal mesaj verme kaygısı gütmeden, bir de tuşlarına bastığında aramaya yapandan, SMS (Short Mesaj Service) atandan ve bunların küçüldükçe evrildiği süreci atlayıp, büyüdükçe daha işe yarar sayıldığı akıllı telefonlara geçiyorum.
Akıllı telefonlar 90’lı yılların başından itibaren bilgisayarın yapabildiği pek çok beceriyi içinde içinde bulundurup yapabilen anlamında “smart phone” ismiyle duyulmaya başlandı. Bu akıllı telefonun icat edildiği kulaktan kulağa aktarılırken zaten internet gibi teknoloji araçları o kadar yaygında değildi ve merak ettiğimiz herhangi bir şeyi Google’a sormayı henüz keşfetmemiştik, dolayısı ile“alarmı kurmana gerek yokmuş oğlum, sabah kaçta kalkacağını biliyormuş alet” gibi yorumları da beraberinde getirdi.
Daha sonra bu akıllı telefonlar hani akıllı ya daha hızlı evrimleştiler ve “dokunmatik ekran akıllı telefon”’ a (touchscreen smartphone) dönüşüverdiler, kimine göre avantaj kimine göre dez avantaj olan bu durum pürüzsüz düz bir ekranda arama, oyun oynama, mesaj yazma vs. gibi herşeyi yapabileceğimiz anlamına gelmeye başladı. 29 Temmuz 2007 yılında satışa sunulan iPhone, o güne kadar bilinen cep telefonu kavramını bambaşka bir boyuta taşıdı. Amacım reklam yapmak değil lakin bu yönde ilerlemenin başını çeken kesinlikle dişlenmiş elma tarikati oldu. 2009 yılında “dokunmatik ekran akıllı telefon” satışları, 2008 yılının iki katını aştı ve hiç azalmadan artmaya devam etti. Hiç yanlış anlaşılmasın bu telefonlar halen daha hiç de ucuza satılmıyor, öyle insanların peynir ekmek gibi almaya, değiştirmeye, özlelliklerine göre model yükseltmeye çalıştıklarına bakmayın hangi model hangi marka olursa olsun ileri derecede kabiliyetli olanları neredeyse yürüyen bir araba ile aynı fiyatta. İnsanlar ellerindeki araba alabilecek kadar parayı da küçücük bir kutuya yatırınca e-uzuv olarak vucutlarına kabul ettiler ve ellerinden düşürmemeye başaladılar. Esas amacı insanların iletişim ile birbirine bağlanmasını sağlamak olan telefon bir anda fiziksel iletişimsizliği yanında getirdi ve birbirinden kopardı. Hatta öyle bir boyuta geldi ki aynı ortamda bulunduğumuz arkadaşlar ile konuşmak yerine yazışır hale, tuvalete bunlarsız gidemez hale geldik. Facebook twitter gibi sosyal paylaşım siteleri de dokunmatik ekran akıllı telefonlarımız ile uygulamaları kullanabilir olunca değmeyin keyfimize oldu, akıllı telefonumuzu mıncıklamazsak rahat edemez olduk.
Kısaca dokunmatik ekran akıllı telefon kullanan herkes korumaya, kollamaya muhtaç, içindeki bilgilerin önem derecesine göre kişiselleşmiş küçük kutu şeklinde bebeklere sahip oldular ve bunları kundaklama ihtiyacı hissettiler. Prestij meselesi sayıp hep en üst modeline sahip olmaya çalıştılar, Sonuç?
Kimin telefon kılıfı daha albenili yarışması. Neden bizimki olmasın?
Şaka bir yana cebime devamlı sokup çıkardığım ve her an düşürüp kırabileceğim 2000tl’lik bir cam taşyorum diye düşündüm ve akıllı telefonumu hem biraz daha sevimli hale getirmek, hemde daha korumalı kullanabilmek için evde boş durmaktan canımı sıkılırken ona bir kılf yapalım diye düşündüm ve bu ara büyük bir tutku ile bağlandığım keçelerimi alarak işe koyuldum.
Malzemeler;
Sarı kalın keçe
Mavi, beyaz, siyah, gri ince keçe
Makas
Silikon yapıştırıcı
Kalıptaki kol ve bacakları gövdeye bütün olarak çizip kesiyoruz. Biz bu kalıbı kullanırken içine elyaf doldurmayacağımız için amacımız daha az parçalabilir minnonumuzun olması. Daha sonra ince keçeleri cizip kesiyoruz.
Kalın keçemizi fon olarak kullanıp üzerine ince keçeleri yapıştırarak 2 farklı minnon elde ediyoruz. Bu minnonları küçük kalıptan kullandıysak başka cüzdan gibi diktiğimiz keçenin üstüne yapıştırarak, büyük kalıptan kullandıysak sırt sırta denk getirip kenarlarından dikerek telefon kılıfımızın son halini veriyoruz. Güle güle kullanın.
Cook guzeleer elinise saglik bende yapacam
Bukadar kece isi bir ask acisina benzio:(
Çok teşekkür ederim 🙂
Aşklar acıtamayacak kadar büyüdük galiba, benimkiler tamamen boş insan işleri. Kadın iş gücü evde sıkılmaya görsün, yaratıcılığına dur diyemeyince yaprak da sarar içli köfte de yapar. Böyle yaz günü benim gibi yedikçe totosunun büyümesinden korkanlar da keçeye sarar 🙂
cok yaratıcısınıs ama tebrikler!
aşk acısına gelince büyüyünce olmuyo demekki, iyi..
tutuğundun adam başkalarınında tutundugu olmuş, ve bi bakmıssın sen kendini özelsandığında 3-4kişide öyle sanırmış.yani ayakta uyurmussunda haberin yokmus!
oyuzden aşk acısındansa can sıkıntısından olması güzel
Hic bir sey gorundugu sanildigi inanildigi soylendigi gibi degil hic bir sey!
Dikkatli olun
Uyarılarınız için teşekkür ederim, buraya yazmış olduğunuz e-posta adresinizi kontrol etmenizi öneririm.
Yanlis anlasilmayayim genel yazdim bir yil once aldatildim :'( ugras hobby ararken icimi doktum
Çook güzel gerçekten. Üstelik çok da güzel anlatmışsınız. bayıldım ? İkizlerim var 4 yaşında onlarla yaptım bu çalışmayı çok güzel oldu. Çok teşekkürler müthişsiniz ?
beğendiğinize çok sevindim 🙂 güle güle kullanın.