Önce ağacından başlayalım anlatmaya (tohumdan mı deseydim acaba?), malum tarifini vereceğimiz tatlının detaylandıracak pek bir uğraşısı yok ve pişirilen şeylerin lezzetini anlatma işini de ağzımın sulanmasını kontrol edemediğim için uzatamıyorum, kaseye yamaç paraşütü ile dalasım geliyor. Ben daldan dala atlarken siz sağlam basın yere ki birimizden biri bariz daha az geçsin uçuşa, malum birlikte ne kadar yükseğe çıkarsak o kadar sert çakılma ihtimalimiz var, başlıyorum destanımı yazmaya…
Ağaçdan başlayım dediysem uyku ağacından bahsetmeyeceğim tabii ki, inciri diyorum. Çünkü uyku ağacı da var, hakkında kitaplar bile yazılmış olan. Hatta ilk cümlesi “Neresi güzel çocuk olmanın, erken yatacaksak eğer?”(Uyku Ağacı, Seza AKSOY))
Sadece ağacının üzerine bile dünya kadar mitolojik hikaye var da nasıl bir şeydir peki bu ağaç? Tam olarak yamuk yumuk bir şey, ağacına bakarak o kadar lezzetli meyveleri (o meyve dediğim şeyler aslında, içe dönük şekilde duran çiçek demetleri) olduğunu aklınıza getirmezsiniz bile, eğri büğrü dalları olur, yaprakları çıplak teninize değdiyse kaşındırır, hele ki yapraklarını zedeleyip, dallarını kırarsanız içinden incir sütü akar ki dokunduysanız yapışkanlığını sallamazsanız bile çılgınlar gibi kaşınırsınız, teninizinde uzun kırmızı tırnak izleri oluşabilirsiniz. Toprak üstünde çok büyümez öyle görünce ne de heybetli demezsiniz ama toprak altında yüzlerce metreye varacak sekilde kökü uzayabilir. Bu sebeplerden dolayı evlerin bahçelerinde, herhangi bir yapının yakınlarına incir ağacı dikilmez. Duvarı ve hatta evi bile yıkabilir derler bu büyüyen köklerden için. Kesilen bir incir ağacının kökünü topraktan tam anlami ile sökmek ve yok etmek de cok zordur derler, asaletinin sebebi çok aşikar.
Bu bitki dünyasının tavşanı; en kolay ve hızlı üreyen, yaşlı bilgelerin, düşenin sakat kalıp, aklının gideceğini, bir daha iflah olmayacağını, altında uyuya kalanların bayılacağı rivayet ettikleri ağacın etrafinda cinlerin yasadığına inanılır ya belki de onlar uydurmuşlardır bu batıl inançları. Ben çıkmadım mı? Yanda resmini gördüğünüz ağaca bile çıktım da düşmedim, inerken düşecek gibi oldum ayağımı sıkıştırdım iki dal arasına, benim zaten genel sorunum ağaçlara çıkmak ile değil, çıktığım ağaçtaki meyvelerini yedikten sonra inememek, kedi gibi bağırıp, sesimi duyurduğumda (çoğunlukla ağaçtan geldiğini tahmin edemiyorlar) yardım edecek birini bulursam ne ala, bulamazsam işte sıkışıp kalıyorum dallarda, iniyorum inmesine de bazen topal, bazen yaralı, bazen de benekli dana gibi mor mor izleri ile basıyorum toprağa. Velhasıl hayattayım, sakat kalmadım ve evet incir ağacı lanetli değildir lakin bu yazıları bu kadar uzatan benim iflah olmayan halim de olabilir.
Bir kaç gün topallamayı göze aldığımı düşünecek olursak sadece benim ya da biz insanların değil cümle hayvanların da gözdesidir meyveleri. Dedem anlatmıştı kuşlar çok severlermiş bu meyveyi. Terk edilmiş eski tarz ocaklı köy evlerinin bacalarına yuva yapan kuşlar incir meyvesinin çekirdeklerini yuvalarına taşırlarmış. O eski ocaklar ise dökülmüş ve birikmiş yemek yağları ve artıkları ile sanki zengin bir toprak gibi olduğundan bacadan içeri düşen çekirdeğinden yetişmesi için uygun bir ortam sağlarlarmış. Ocakta filizlenen bu incir fidanı ise köklerinin kuvveti sayesinde evi yıkabilecek kadar güçlü ağaçlara dönüşebilirlermiş. Belli ki bu sebepten terk edilmis evlerin ocaklarında filizlenen incir ağaçlari zaman içinde uğursuzluk ve kötülük getiren bir durum olarak algılanmış, o evin terk edilmesinin yıkık dökük kalmasının sebebinin zavallı ağaç olduğuna inanılmış. Aslında temel olarak algıda bir zamanlama hatasından kaynaklanan bu durumun bütün suçu zavallıya kesilmiş. Çünkü sahipleri ölmüş veya terk-i diyar etmiş, yıkık dökük bir ev ve konuşup nasıl oraya geldiğini anlatamayan eğri büğrü bir ağaç vardır ortada… Yoksa çok incir yiyip cırcır olan insanlar böyle saçma şeyler uydurmuş olamazlar ya!
Ocağına incir ağacı dikmek dendiği zaman, kötü, ölüm veya yok oluş ile alakalı şeyler gelir insanin aklına ama güzeldir incir ağacı, meyve vermeden evvel çiçek açmaz, çiçeksiz verir meyvesini. Bundandır belkide bu ağaçın kadına benzetilmesi, bereket simgesi olarak da görülmesi. Nasıl ki kadın, çocuğunu doğurmadan önce belli bir dönem onu içinde taşıyorsa, kendinden besliyorsa işte bu ağacın çiçek açması da bu sürecin aynısıdır. İyidir incir ağacı ve hatta Budistlere göre de bu meyvenin ağacı kutsaldır. Fakat farklı inanç sistemlerinde yasaklanmış hazları temsil eden elma, nar gibi yasak meyvelerden biridir. Hristiyanlığın ve Museviliğin de yasak meyve kabul ettiği incirin, kurutulmuş hali ile de noel sofralarının sevabını arttıracağı rivayet edilir. Museviliği bilmem ama Hristiynlıkta Hz. İsa tarafından üzerinde meyve olmadığı gerekçesiyie lanetlenmiş ve “madem ki bana verecek meyven yok, bundan sonra hiçbir insan oğlu senin meyvenden yemeyecektir” demesine sebep olmuştur. Kısaca Hz. İsa incire küsmüş, incirin haberi olmamıştır.
Çilekten sonra albenisi en yüksek olan mitolojik meyvedir kendisi. Estetik olarak dalında ve Dianysos’un ziyafet sofrası tabaklarında çok hoş durur hem yeşil hemde mor olanları. Kırmızı kırmızı karpuzun yanında kombine edilince pek bir davetkar, pek bir yaz günü yiyeceği gibi. Bu görüntüdeki incir nimetse kuru incir nimet hazretleridir. Neden mi? Bir kere öncelikle bu arkadaş enerji deposudur. Vitamin ve mineral kaynağı olduğuna da şüphe yok, bağırsak iltihabı olanlara da bol bol tüketmeleri tavsiye edilmektedir. 100 gr’mında bedenin günlük gereksinimlerinden kalsiyumun %17’si, demir ve magnezyumun %30’u, fosforun %20’si, b1 vitamininin %5’i ve b2 vitamininin %4’ü alınmış olurmuşuz.
Bence çerez tabi, sağlık olsun diye hiç yemeye niyetlenmedim ben, şimdiki çocuklar çikolata diye coşarken ben çikolata yemez bundan isterdim hep, yeşil kuru farketmezdi, tam şu anda canım aşure içinde pişmiş incirden çekti! O zamandan bilmişim demek ki kuru incir çok fonksiyonlu bir meretmiş ve meğersem çok güzel tatlılar hazırlanırmış, henüz denemedim, bazı etli yemeklere çok güzel bir tat kattığı söylenmekteymiş. Dedikoducuların aracısıyım ben…
Hatırlıyorum çocukken annem ilaç niyetine yenmesi gerektiğini tembihlerdi hep, o zamanlar pek sallamazdım ama meğersem balgam söktürücüymüş ve öksürüğe iyi gelirmiş, malum ben bebeklikten şu yaşıma kadar hep öksürükle cebelleştim. Vücut direncini arttırırmış ve daha neler neler, saymakla bitmez…
Bu kuru meyve dıştan baktığında kuru kahve tonlarında eciş bücüş bir şey, içini açıyorsun tam bir festival havası!!! Festival demişken yazmadan durursam içim şişer;
“Festival gibisin katılmak istiyorum, Sapının ucundan tutup göbeğinden ısırıyorum, Asaletinin bedeli, çok kölen var benim gibiHem biraz acıkmış, azdan çok da pisboğaz
Adı lazım değil baş harfi ben”
Çok uzattım gene üf ya!!
Bu kadar dedikodu, gerekli ve gereksiz bilgiden sonra malzemeleri sayıyorum;
6 adet kuru incir (250 gr 542 kcal)
½ çay bardağı ılık su
2 çorba kaşığı şeker (30 gr şeker 120 kcal)
500 ml süt (282 kcal)
İncirleri yıkayıp küp küp doğruyoruz, ılık suyu ekleyip kaşık yardımıyla birazcık eziyoruz. Bu arada sütümüzü ocağa koyup yoğurt mayalayacak kıvama getiriyoruz. (Ben pastorize günlük süt kullandığımdan kaynatıp soğutma gereği duymadım) Küçük parmağımızı daldırıyoruz süte, hafif böyle sıcağı hissedilecek kıvamda olacak, ne elimiz yanacak kadar sıcak olacak, ne de hamamda göbek taşında yatarken kafamızdan döktüğümüz su gibi serin. Şekeri de katıp karıştırıp eridiğinden emin olduğumuzda ocaktan alıyoruz ve vıcık vıcık görünen incirlerimizin üzerine döküyoruz. Blendır yardımı ile süt ve inciri iyice birbiriyle kucaklaştırıp, kaselere bölüştürüyoruz. Üzerini havlu ya da örtü yardımıyla yoğurt mayalar gibi örtüp 1-2 saat dinlenmeye bırakıyoruz. Saati gelip havluyu açtığımızda yumuşak yumuşak tatlımız hazır.
Toplam 944 kcal. 6 minik kaseye böldüğümüzü düşünüp ve üzerini deki yemişleri de yok sayarsak kasesi 158 kcal.
Yumuşak ve hafif olduğunu hep beraber kabullendiysek de her lezzetli besin için geçerli kuralı hatırlatmam gerek sanırım: fazla yememeli, adabıyla tüketmeli. Malum sütün masum beyazlığının arkasına saklanmış olsa da kuru incir bu, eğer enerjiyi boşaltacak alan bulunamazsanız, duvara tırmandırır maazallah…