Ne derim?

Merhaba,

Benim Adım Kırmızı’daki Şeytan’ın söylediklerine ek olarak; zeytinyağında kızarmış biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir insanın belirişini, baykuşları, sessizliği, makul süreli yalnızlığı, kitaplarımın birinci baskı olmasını, üretmeyi, düşünmeyi ve sabrı severim.

Kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam…

İki şeyden nefret ederim, ilki yalnız yemek yemek, ki bu ben kendimi bildim bileli böyle, ikincisi tutulamayan sözler, çünkü ben asla tutamayacağım sözler vermem.

İki şeyden de korkarım, denize girdiğimde balıkların beni yemesinden ve 80 yaşında yapayalnız ölüp kedilere yem olmaktan…

Kahveyi sadece koyu, sade ve soğumuş içerim, ağzım alüminiyum kaplı değil ki, çayı sıcak içemem, acı da yiyemem, niye eziyet edeyim ki kendime sıcak olduğunda da, acı olduğunda da canım acıyor…

Küçüklüğümden beri hep az uyurdum sarılacak pembe panterim olmadığında yanımda, Boris’den uzak kalırsam neredeyse “hiç” uyuyorum, huysuz, huzursuz oluyorum, tek somurttuğum anlardır onlar işte…

Okumayı öğrendiğimden beri hep çok okudum, ki Shakespear’ın da dediği gibi;

“Kitaplarım benim en büyük krallığımdır.”

Okuduğum kitapları insanlara silah zoruyla okutmaktan, kurduğum cümlelerimin sonunu getiremediğimi gördüğümde vazgeçtim.

Ve tabi ki kitaba verilen paraya acımam, genel olarak paraya acımam zaten…

4 yaşıma kadar bana bakan babaannem köyde taş fırını yakıp elime bir parça hamur ve bir adet ağaç dalından yapılmış oklava verdiğinden beri neredeyse kendimi ocağın, fırının başından, mutfağın kapısının önünden alamıyorum…

Annem ben küçükken, küçük dediğim 4-5 yaşlarındayken, bebeklerimin elbiselerini kesip dikiyorum diye makası ve iğneleri saklardı, gece sabaha karşı kalkar, makası bulur gene keser, gene dikerdim. 20 yaşımda bir gün bir gazete büfesinden Burda dergisi aldım ve dikiş dikmeye başladım. Yaklaşık 10 senedir dikiş dikiyorum, profesyonel olduğumu iddia etmiyorum…

Kısa kısa pek çok hobiye saplanıp kaldım, kumaş boyadım, örgü ördüm, resim yaptım, bir havuza yazıldım haftanın her günü kilometrelerce yüzdüm, basket takımlarının da voleybol takımlarının da zaman zaman yedek kulübelerini bekledim, babamla tavşan, kuş avlarına, balık tutmalara gittim, hiç koşturmaya, öğrenmeye, çalışmaya doymadım…

30 yaşımdan sonra piyano çalmaya başladım, anladım ki bir hayatın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, hayatın yarısından çoğu bitmişken, bir piyanoya henüz dokunabilmiş olmakmış, meğer senelerdir aradığım buymuş…

Ben mi? Evet bu maymun iştahlılığım yüzünden gerekli gereksiz her şeyi bilirim…